Çok büyük bir Türk firma, ürünlerini taklit ettiği İtalyan firma ile sorun yaşıyordu. İtalyan taraf bundan bir sene önce mediasyonu önermiş, Türk firma ise, ne olduğunu bilmediği bu yöntemi araştırmamıştı bile. Bize tesadüfen ulaştılar.
Telefonla bilgi verdikten sonra, Yönetim Kurulu üyeleri il bir görüşme yaptım. Dava yoluna gidilirse maddi ve manevi kayıp taraflar için çok büyük olacaktı. Dahası her iki ülkede de alanlarında tanınmış olan bu şirketler sorunu gizlilik içinde ve hızlıca çözümlemek istiyorlardı.
Yaklaşık iki saat süren Türk tarafla görüşme, son derece olumlu geçti. Şirket avukatı mediasyona şüpheyle yaklaşsa da, Yönetim Kurulu üyeleri uzadıkça çözümlenemeyecek gibi görünen ve giderek dili de ağırlaşan karşılıklı yazışmalara bir an önce son noktayı koymak istiyordu.
Firma ile Mediasyon Gizlilik Anlaşması üzerinde konuştuk, tahmini mediasyon süresini ve saat ücretini belirledik. Ayrıca Türkiye ile paralel olacak şeklide, İtayla’da diğer taraf ile görüşmeleri yürütecek İtalyan mediatörün bilgilerini sunduk. Ortak görüşme için tarafsız bir ülke belirledik ve önce avukatlarla, sonrasında da taraf temsilcileriyle görüşmelere başlama konusunda anlaştık. Benzer çalışma eş zamanlı olarak İtalya’da da yapıldı.
İki mediatör olarak aramızda rollerimizi paylaştık. Ben uluslararası ilişkiler, psikoloji ve işletme okumuş ve ticari hayatın içinden gelen bir mediatör iken, diğer arabulucu, uluslar arası hukuk konusunda sayılı uzmanlardan biri kabul edilen saygın bir avukat-mediatördü. Tarzlarımız farklıydı; ben sorunu didiklemeyi seviyordum, o detaylara dalmaktan hoşlanmıyordu. Bununla birlikte, her ikimizde son derece analitik düşünen ve buna rağmen yaratıcı arabuluculardık. Birbirimizle çalışmaktan zevk alıyorduk.
Taraf avukatlarıyla yapacağımız görüşmenin ana hedefi onlara arabuluculuğu ve yürüteceğimiz süreci anlatmak, rollerimizi ve rollerini tam olarak tariflemekti. İtalyan avukat arabuluculuk konusunda eğitim almış ve kendisi de uzlaştırma yapan bir avukattı. Ancak Türk avukat arabuluculuğa güvenmek istemiyor ve direnç gösteriyordu. Ona, müşterisi elinden alınıyormuş gibi geliyordu. Dahası İtalyan avukatın da arabuluculuğu biliyor olması, ona kendisini yalnız kalmış hissettiriyor ve bu sebeple de konuşmalarımız sırasında her şeye itiraz ediyordu. Ben bir ara alarak, Türk avukatla yalnız görüşmek istedim. Yarım saat kadar süren görüşmede, müvekkilinin durum analizini yaptık ve aklına takılmış olan ne varsa, onları yanıtladım. Toplantıya geri döndüğümüzde yaklaşımı daha ılımlıydı. Ama bu yaklaşımı daha çok oyun bozan olmama düşüncesinden kaynaklanıyordu.
Ertesi gün ortak oturuma başladık. Masada taraf temsilcileri, taraf avukatları ve biz mediatörler vardık. Önce her iki tarafın avukatı kısa bir giriş konulması yaptı. Bizim özetlediğimiz bu durum analizinden sonra, taraf temsilcileri kendilerini ifade etme olanağı buldular. Ben sorunları irdelemek için sorular sorarken, diğer mediatör sorunları gruplamaya başladı. Daha sonra gruplanmış sorunları netleştirmek için kendi sorularını sormaya başladı. Tüm bu konuşmalar sırasında zaman zaman yükselen sesler, kayıp kaygısıyla duygusallıklar, tazminatın bedeline itirazlar, tehdit-vari yaklaşımlar deneyimledik. Sonuç olarak, iki saat sonra, tartışılmasını istedikleri sorun başlıkları belirlenmişti.
Masada üç dilin konuşulduğu mediasyon süreci gerçekten yoğun geçiyordu. Uluslar arası bir uyuşmazlık olduğundan, ajandamızı açık bırakmıştık. Nitekim taraflar öğle yemeğinden sonra mediasyona devam etmek istediler. Hep birlikte yemeğe gittik. Yemekte pazarlık ile müzakere etme arasındaki farklılıklarla ilgili keyifli bir konuşma yaptık. Önceden planlamadığımız bu konuşma öğleden sonraki oturumumuzu son derece etkili kıldı. Günün sonunda, neredeyse tüm sorunlar için çözüm alternatifleri belirlenmişti. Ertesi gün saat 10.00’da görüşmelere devam etmek üzere, ilk günü 17.00’de tamamlamış olduk.
O akşam Türk avukat beni aradı. Arabuluculuk sürecinden çok etkilenmişti ve kendisi de bu işi öğrenmek istiyordu. Destek olup olamayacağımı sordu. Kendisine internet üzerinden pek çok bilgi
ve eğitim yerine ulaşabileceğini söyledim. Eğitim ve arabuluculuklarım sonunda elde ettiğim deneyim ve gözlemlerim bana şunu gösterdi: Bazı avukatlar o kadar iyi avukattılar ki, kanımca iyi bir müzakereci olmayı öğrenmek onlar için çok daha anlamlı olabilirdi. Ve bazı avukatlar içgüdüsel olarak arabulucuydular ve taraf olmaktan hoşlanmıyorlardı; onlarda iyi bir mediatör olabilirlerdi.
Herkes, mesleği ne olursa olsun, kendini en iyi yapabileceği alanda geliştirirse, çok daha anlamlı olurdu.
Ertesi gün her sorun çözüm alternatifleriyle anlaşmaya hazır hale geldi. Bu noktada bizler arabulucu olarak, tarafların kendi çözümlerini içeren taslak bir anlaşma hazırladık. Taraflara ve avukatlarına bu anlaşmayı sunduk. Bundan sonrası avukatların anlşma metnini son şekline getirmesine kalıyordu. Bunu da, üçüncü günün sabahında görüşmeye başladık. Anlaşmanın son şekline tarafların ekleyip çıkaracağı herhangi şey yoktu. Dahası anlaşmanın son maddesine, herhangi uyuşmazlık durumunda tarafların önce arabuluculuğu deneyeceklerine ilişkin bir madde koymuştuk! Ve öğleden sonra taraflar arasında anlaşma imzalandı.
Bu uyuşmazlık eğer mahkemeye taşınsaydı, iki ülke arasındaki mahkemelerde yıllarca sürebilir, taraflardan biri diğerine yaptırım uygulayabilir, dahası özellikle de Türk taraf kendi pazarında oldukça fazla prestij kaybına uğrayabilirdi. Maddi boyutu ise, tüm bunlara bağlı olarak taraflar için binlerce Euro’dan milyonlara doğru yükselebilirdi. Oysa mediasyon ile, öngürüşmeler dahil olarak dört günde, çözümlenen sorunları onlara sadece 10.000 Euro civarına mal olmuştu. Bu bedelin mediatörlere ödenen kısmı ise sadece 4.800 Euro idi.
Türk taraf için en önemli iki kazançtan biri ortak yatırım yapma kararı, bir diğeri ise arabuluculuğu öğrenen ve çok daha efektif müzakere edebilen avukatları oldu!