Son dönemlerde sıklıkla müzakere kelimesini duymaktayız ve bazılarımız müzakereyi “bir başkasıyla yaşağımız anlaşma veya anlaşmazlık sürecinin yürütülmesi” olarak düşünür. Elbette bazı bilinçsiz kişiler de müzakereyi, ikna ile sınırlayarak müzakereyi özünden uzaklaştırabilirler.

Tüm bu açıklamalar ve niceleri kabul görebilir ve neden olmasın? Bir başka açıdan müzakere en başta içimizde başlar; ilişkilerimizin tamamının yönetimidir ve asla basitleştirilmiş şekliyle pazarlığa sığdırılamaz!

Örneğin son zamanlarda sıklıkla duyduğumuz bir cümle vardır: “Adalardan faytonlar kaldırılsın, atlara yazık.” Genelde bu düşünceyi savunanlar, olaylara olabilecek en gerçeklerden uzak sayı, bilgi veya duygularla ve müzakerenin çok katmanlı düşünce yaklaşımından uzak bakarak  ısrarla düşüncelerini savunurlar. Oysa adalardan faytonların kaldırılması atlara daha iyi koşulları sağlamaz ya da, onların daha iyi yaşamalarını veya ölmelerini engellemez. Bir başka açıdan faytoncuların ki, en az 500 kadar faytoncu ve ailesidir, daha sonra ne yapacağına ilişkin bir fikir üretmez. Ya da, elektirikli bile olsa, arabasız olmasıyla ünlü adalarda araçların olması, bu üne ne denli yakışır ve hatta adada bir taksi gibi kullanılan faytonlar olmadan, burada yaz kış yaşayanların sorunlarına da, ne denli çözüm olacaktır sorularına cevap olmaz. Kaldı ki, ahır alanlarının da, ortadan kalktıkları zaman imara açılabileceği gerçeği, bundan menfaat sağlayacak olanların hayvanseverler aracılığı ile baskılarını açıklarken, hep birlikte şu soruyu sormamız daha iyi olmaz mıydı: Faytonlar, faytoncu, adalı ve ülkemizin turizmi için en uygun koşulları sağlayacak kazan-kazan yaklaşımı nedir?

Daha siyasi bir konuya adım atarak Türk-Kürt uyşmazlığı konusunda bugüne kadar yürütülmeye çalışılan sözde müzakerelere bakalım. İstiklal Marşı dahi okutulmadan başlayan müzakere oturumlara mı değinelim, coğrafyada bazı güç sahibi şeyhlerin veya ağaların menfaat koruma yarışlarına ve hatta çocuk yaşta evlerinden alınarak çatışmaya zorlanan çocukların akıbetine mi? Ya da, yaşadıkları tüm acılara, kayıplara aldırılmayan Kürt vatandaşlarımıza mı? Oysa eminim ki, bugün genetik bir araştırma yapılsa Türkler arasında Kürt olabileceği gibi, Kürtlerin de arasında Türkler ve hatta bir Anadolu gerçeği olarak bambaşka etnik kökenlere de rastlarız. Konu birlikte huzur içinde yaşamak ve  sürüdülülebilir refahı yakalamak mıdır, yoksa bazı güç odaklarının zorlamasıyla sen-ben arasında rekabetçilik midir?

İş hayatında bir satış elemanının, “başarı kılıfıyla” kendisine verilen hedefi tuutturmak için karşısındakini neredeyse bıktırırcasına ikna çabası mıdır müzakere? Yoksa sürdülürebilir ilişkilerin zenginliğinde karşılıklı gelişerek, güvene dayalı bağlılık yaratmak mıdır hedef?

Sırf anne-babasının seçtiği yol sebebiyle, kardeşleriyle neredeyse düşman olan ve bu sebeple de, maddi güçle kendi duygusal ezikliğini yenmeye çalışanların yok ettiği aile şirketlerinde yürütülen güç odaklı baskıcılık mıdır müzakere? Yoksa asırlara sığacak bir müzakere edilmiş kurumsallaşma süreci midir önemli olan?

Boşanırken karşısındakine ve hatta evlatlarına eziyet etmek ve vaktinde bir hocamın dediği gibi, “karşısındakini donla mutlu yollama sanatı” mıdır müzakere?

Derin derin bir nefes alın ve bir düşünün: Kaç kez sırf ikna etmeye çalıştığınız veya bir konuda ısrar ettiğiniz veya ödün verdiğiniz için pişmanlık duydunuz?

İşte bu ve benzer sebeplerle müzakere, önce içimizde başlar! Çünkü kendi karşılanmamış ihtiyaçlarımız veya farkına bile varmadığımız (ve egolarımızı müthiş gizleyen) sözde ideallerimiz sebebiyle yürüttüğümüz her söz veya eylem, bize önce kendimizle müzakere etmemiz gerektiğini hatırlatır ve hatırlatmalıdır da!

Müzakere önce içimizde başlar çünkü müzakerecilik istediğimiz şeyin sıkı pazarlığıyla karşımızdakini, ve bazen onu kötüleyerek, yok etmeye meylettiğimiz her an, aslında büyüyemediğimiz veya gelişemediğimiz için kendimizi de yok ettiğimizi iliklerimize kadar bize anımsatır ve anımsatmalıdır da!

Müzakere önce içimizde başlar ve eğer bizler kendi doğamızdan gelen zaaflarımızın, önyargılarımızın, zamanla oluşan olumsuz duygularımızın farkında değilsek, asla istediklerimizi elde edemeyiz ve o an; o geçici bir an için elde etsek bile, eninde sonunda kaybedeceğimizin farkında olmalıyız. Çünkü var olan her şey, doğası gereği denegeyi; yani alma-verme uyumunu zorunlu kılar!

Müzakere, değerli okurlar, bizimle başlar; önce kendinizle müzakere edin. Ne istediğinizi, ihtiyaçlarınızı iyi belirleyin ve sadece istedikleriniz için mücadele etmeden; ihtiyaçlarınızı karşıladığınızda onun sebep olacağı sonuçları da, çok katmanlı olarak görün ve eğer bu herkesin iyiliğine değilse, kazandığınız an, kaybettiğinizi de bilin. Karşınızdakini ikna etmeyi değil, önce onu dinlemeyi hedefleyin. Çünkü dinlerken öğrenir, iknanın ötesinde eşitler arasında tartışabilir ve sürdürülebilir ilişkiler inşa edebilirsiniz.

Herhangi pazarlığa oturmadan önce, müzakereci olmayı hedefleyin ve hatırlayın ki, her müzakere önce içimizde başlar!